Maratona Doğru Adım Adım – 1



“Bitirmem mucize değil. Asıl mucize başlamak için gösterdiğim cesaret.” 

Demiş, John Bingham.
 Bende ilk maratonumu, 2016 Kasım ayında Kıtalar arası İstanbul Maratonunda koşmuştum. Benim için her yönüyle muhteşem bir tecrübeydi.  Öncesinde iyi bir hazırlık dönemi geçirmemiş olmama rağmen, hedeflediğim sürede olmasa bile,  42 kilometrelik zorlu parkuru sağlıklı bir biçimde tamamlayabilmiştim.


Bu sene geçtiğimiz seneye göre cebimde çok önemli olduğunu düşündüğüm, bire bir yaşanmış tecrübelerim var. Bu tecrübelerimi ilk blog yazımda sizler ile de paylaşmıştım. Okumak isteyenler için aşağıda tekrar linkini paylaşacağım.



Öncelikle parkuru artık çok daha iyi tanıyorum. Bu sayede daha gerçekçi hedefler koyup planlar yapabileceğim.


Bir önceki parkurda özellikle su istasyonlarında uyguladığım anlık beslenme/enerji stratejisi oldukça iyi sonuç vermişti. Koşu boyunca, özellikle son 10 kilometre yaşadığım taban ağrılarımı saymaz isem enerji ve susuzluk kaybına bağlı aşırı bir yorgunluk hissetmemiş, özellikle birçok maraton koşucusunun tecrübelerinde paylaştığı 30 kilometre duvarına (Kısaca fiziksel ve mental açıdan tükendiğiniz ve beyninizin size, “burada ne işin var? Niçin hala koşuyorsun? Bırak artık. Dediği nokta.) toslamamıştım. Bura da dağcılığın kazandırdığı dayanıklılık ve özellikle mental dayanıklılığın faydasını oldukça gördüğümü düşünüyorum.


Nabzımı sabit tutup koşu boyunca aynı tempoda koşma planı kesinlikle sonuç verdi. Yol boyunca çevrem ile çok konuşmadım. Kulaklık ile müzik dinlemedim. Konuşurken koşmaya çalıştığınızda soluksuz kaldığınızı hissedersiniz. Çünkü vücudunuzun oksijen ihtiyacı artmıştır. Yine müzik dinlerken farkında olmadan,  ritminiz artar. Dolayısı ile farkında olmadan hızınız artar ve daha hızlı koşmaya başlarsınız. Nabzınız yükseleceği için enerji kaynaklarınızı çok daha çabuk tüketip, vaktinden önce yorulma ya da temponuzun daha yarışın ilk kilometrelerinde düşme ihtimali ile karşı karşıya kalabilirsiniz.


Geçtiğimiz sene sanırım beni en çok zorlayan ayak tabanlarım olmuştu. Tabir yerindeyse çuvalladığım tek nokta ayakkabı seçimiydi. Kilo dezavantajımı bir nebze hafifletebilmek amacı ile tabanlıklarımı çıkarmış ve hafif bir ayakkabı seçimi yapıp öyle koşuya başlamıştım. Her iki ayağımda da anatomik olarak içe basma durumu söz konusu yine bu dengesiz basma şekli yüzünden yine her iki topuğumda da topuk dikeni rahatsızlığı söz konusu. Bu sebeple silikon tabanlıklar ve nispeten iç destekli koşu ayakkabıları sıkıntısız koşabiliyorum. Benim açımdan dezavantajları ise ayaklarımı ayakkabı içinde sıkmaları, ağır olmaları ve rahatsız hissettirmeleri.


Sanırım bu problemimi, koşu tarihine kadar biraz daha kilo vererek ve ayakkabı tercihimi değiştirerek biraz daha katlanılabilir hale getirebileceğimi düşünüyorum.

Yine geçtiğimiz seneye göre, bu sene içinde eğitimini alarak giriş yaptığım ve üzerinde çalışmaya devam edeceğim  “Nefes Teknikleri ” eğitimini ile özellikle maraton öncesinde yapacağım egzersizler ile ciğer kapasitemi arttırma, maraton esnasında da doğru nefes alarak, diyafram nefesini kullanarak koşu boyunca daha dinç kalabilmeyi planlıyorum.


İşte bu ve bunun gibi, koşu öncesindeki alacağım tüm destekleri, antrenman, beslenme, dinlenme tekniklerini mümkün olduğunca uzman tavsiyeleri de alarak, “Maratona Doğru Adım Adım” yazı dizimde sizler ile paylaşabileceğim.

Benim için 2 yönlü bir çalışma olacak. Hem bu sayede daha bilinçli, disiplinli ve azimli bir çalışma yapıp sonuçlarını takip edebileceğim. Hem de bir yandan yazarak tecrübelerimi sizler ile paylaşabileceğim.


Yazımı JFK’nın; “Bütün bunları kolay oldukları için değil, aksine zor oldukları için seçtik. “ Sözü ile bitirirken, bir sonraki yazıma hepinize kadar sağlıklı ve mutlu günler dilerim. Hoşça kalın.


Hakkı Şenkeser.

Yorumlar